13 Temmuz 2007 Cuma

Karşının Sandalı

Onyedinci yüzyıla ait bir öykü... Galata kahvelerinin soğuk gecelerinde anlatılan onlarcasından biri...

Soğuk deniz suyunun tenine değmesiyle saçlarına kadar ürperdi Bilal. Büyük bir dalga neredeyse beline varan çizmelerini aşmış, ayaklarını sırılsıklam yapmıştı. Sırığını daha sıkı kavradı, suyu karıştırmaya devam etti.

Ahırkapı'da gün batarken Topkapı Sarayı'nın denize bakan duvarlarının dibinde arayıcılar sarayın çöplerinin denize atıldığı bölgede her zamanki yerlerini almışlar, buldukları para edecek eşyaları torbalarına doldurmaya başlamışlardı.

Deliincizade Bilal sırıkla suyun dibini yoklarken derin derin iç çekti. Arayıcılık baba mesleğiydi, üstelik rahat bir yaşam da sağlıyordu ama günlerdir işe yarar tek bir eşya bulamamış, karnını doyuracak parayı bile ortak çalıştığı iki arkadaşından borç almıştı. Sırığını tekrar dolaştırdı, tahta yumuşak bir nesneyi birkaç adım sürükledi. Yanılmamıştı Bilal, suyun dibinde gördüğü şey bilekten kesilmiş bir eldi, üstelik parmaklarda üç yüzük birden parlıyordu. Usulca yüzükleri çıkartmaya çalıştı, olmadı. Sırığı omzuna yaslayıp iki elini de kullandı ama nafile, şişen parmaklar yüzükleri kımıldamayacak bir hale getirmişti. Bilal kesik eli koynuna soktu, sakin görünmeye çalışarak sudan çıktı. Malik arkadaşını fark etti yine de, hayrola der gibi baktı, Bilal’in ekşimiş yüzünü ve midesini işaret edişini gördü, umursamadı, suya bakınmaya devam etti. Bilal ise kıyıya vardığı gibi çizmelerini çıkardı, eşyalarını çabucak topladı, Malik'in oğluna karnının ağrıdığını alelacele söyleyip hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Hava kararmak üzereydi.

Neden sonra Malik durumdaki garipliği fark etti, Bilal’ın gölgesi Eminönü istikametinde ağrı çeken bir insana göre fazla hızlı uzaklaşıyordu. Kardeşi Halit’e seslendi, küçülen karaltıyı işaret etti, kıyıya çıkıp koşar adımlarla Bilal’ı takip etmeye başladılar.

Önce ardından küfürler eşliğinde haykırılan adını, ardından ayak seslerini duydu Bilal, o da koşmaya başladı. Sarayburnu boyunca sığınabileceği bir ara sokak olmadığına üzüldü. Gerçi Eminönü sahiline az kalmıştı, eğer kendini haliç'in karşı tarafına atabilirse Azapkapısı'ndan geçip Galata'nın dar sokaklarında karanlığın da yardımıyla izini kolaylıkla kaybettirebilirdi. Tabanları acımasına ve soluk soluğa kalmasına rağmen koşmaya devam ediyordu ama malik arayı gittikçe kapatıyordu sanki. Nihayet Eminönü’nde sandalcıların iskelesine ulaştı, bekleyen tek kayığa atladı, "Galata'ya koçum, hemen" dedi. Malik kızgın bir boğa gibi bağırıp çağırıyor, kollarını olanca gücüyle sallayarak dur işaretleri yapıyordu.

Kayıkçı istifini bozmadı, "karşının sandalıyım abi, bilmiyorum buraları. Tarif edersen geçeriz" dedi. Bilal karanlık suya doğru tükürdü, suntalı bir küfür savurdu, küreğin birine asıldı.

Hiç yorum yok: