22 Ağustos 2007 Çarşamba

Çocuk kuaförü

Bu ay berber ve kuaför camiası mercek altında... Hadi hayırlısı.

Çocuk kuaförleri giderek yaygınlaşıyor. Bir örneği, Kırt Kırt, sitelerini ziyaret edenleri çizgi film izlemeye davet ediyor mesela. Oysa kısa pantolonlu, koltuğa oturduğunda boyu aynaya yetişmeyen ve koltuk kenarlarına yerleştirilen tahta üzerine tüneyen bir velet olduğum günlerde berberde izlenebilecekler ya bekleyen müşteriler, ya da berberin çırağı olurdu.

Yaşlanmanın bir belirtisi, eski günler diyelim hatırlayalım. Tahta üstüne tüneyen minik birey bu kez de beyaz ya da mavi örtü boyuna çengelli iğne ile tutturulurken iğnenin enseye saplanması korkusunu yaşar. Berber saçı keserken bir yandan da radyoya yorum yapmakta ya da dükkandakilere laf yetiştirmektedir, sizden birkaç yaş büyük çırak ise bu sırada sizi aynadan sürekli kesiyordur. Ense gıdıklayıcı olarak adlandırabileceğimiz tıkır tıkır sesli berber cihazından da bahsetmeden olmaz. Saç kesme işlemi bitip sıra yıkamaya geldiğinde tahtayla birlikte koltuğun ön kısmına yaklaştırılırsınız, kafa lavaboya eğilir. Gömlek ya da kazağın yakasının içine sokuşturulan havlu sizi ensedeki çengelli iğne paranoyasından kurtarmıştır.

Berber eğer terbiyesiz bir şahsiyet değilse suyun sıcaklığını kafanıza tutarken ayarlamayacak, böylece siz saç derinizde ani ısı değişim şokları yaşamayacaktır. Durum geçici bir huzur dahi hissettirebilir. Elma veya muz kokulu kalitesiz şampuan hoşa bile gidebilir, geçici huzur hissi yıkamanın bittiği ana dek sürer.

Doğrultulur, kafanız hunharca kurulanırken biraz sarsılırsınız, ama esas darbe berber yüzünüzü kurulamak amacıyla elini alnınızdan suratınız boyunca aşağı doğru indirdiğinde gelir. Minicik burnunuz kocaman el altında yamulur, çeneniz avuçlanır. İçiniz hınç dolar. Neyse ki bu da gelir, bu da geçer, tahta geri alınır, kucaklanıp koltuğun tepesinden indirilirsiniz. Bir traş daha kazasız belasız sona ermiştir, çırak hala aynadan size pis pis bakmaktadır.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Kuaför isimlerinde gayriciddi yumuşamalar

"Madem kuaför salonu açıyorum, kendi ismimi vereyim!".

Bu, son derece tutarlı bir mantık. Dükkan senin kuaför arkadaşım, ismini vermeyip de ne yapacaksın?



Fakat burada bir ikilem çıkıyor ortaya. Dükkan sahibi namzeti kuaförün adı "Arman, Gürkan" vb. tınısı yumuşak bir isim değilse doğal olmayan bir yumuşatma çabası seziliyor. Necdet, Necati, Nejat bir anda Neco oluveriyor. Hilmi, Vahap, Ökkeş vb. adlı saç zanaatkarları ise (bu isimlerle kuaför olmaları mucize ya) bu yumuşamadan medet umamayınca ortaya her mahallede birer Arzum Kuaför çıkıyor.

Bir buna da şükür durumu: İsimlendirme konusunda bazen düşünüp hassas davranmak faydalıdır. Birkaç yıl önce Anadolu'nun şirin bir kasabasında Sadettin ve Mazhar adlı iki arkadaşın bir araya gelip açtıkları Sado Mazo Kuaför Salonu'nun hazin öyküsü, mahalleli tarafından yerle bir edilişi geliyor akıllara.

Dipnot: Mazhar dövülürken gülüyormuş, rivayet böyle.