30 Temmuz 2007 Pazartesi

Komedi kulübü

İstiklal Caddesi üzerinde bir komedi kulübü faaliyetteymiş bir süredir, Old City Comedy Club. Her gün o caddeyi yürüyorum ama ikinci kattaki neon yazısı dikkatimi çekmemişti, bir yerde bir ilan görünce haberim oldu.

Seinfeld izlerken hep özenirdim standup yaptığı sahnenin karşısındaki küçük masalara. Sırf bu yüzden gidip göresim var ilk fırsatta. Perşembe gecesi en dolu içerikli görünen program. İzlenimlerimi de yazarım gidip dönünce.

Yeri son derece kolay, Urban'a giden sokağa, veya Çin Büfe'nin olduğu sokağa (ki aynı sokak) dönünce hemen soldaki bina. Hala çağrışım yapmadıysa Mudurnu tükkanı karşısı veya Nevizade'nin üst girişi olan Balo Sokak karşısı diye alternatif iki açıklama daha (kitleleri kucaklayasım var).

Bir de gösteri yapacak birilerini arıyorlar. Komik ve medeni cesareti mevcut bireylere duyuru.

17 Temmuz 2007 Salı

Pul koleksiyonumu göstereyim?

Ülkede filatelinin gelişmemesinin nedeni sanırım şu yüz yıllık "gel sana pul koleksiyonumu göstereyim" kalıbı... Oysa çoğumuz çocukluğunda pul biriktirirdik. Bizim mahallede hava futbol oynayamayacak kadar sıcak olduğunda, maç sonrası ya da ayaklık zamanlarında pul değişmek popüler aktiviteydi. Biraz büyüyünce bir kenarda kaldı pul defteri. İşte bence asıl suçlu bu pul koleksiyonu gösterme beylik lafı.

Yolunuz düşerse Kadıköy'deki Pulkay nefis bir ortam.

Ayrıca resimdeki de alemin en değerli pullarından, 1918 tarihli. ABD Posta İdaresi tarafından uçak postası -airmail- servisinin başlaması kararı 3 Mayıs 1918'de alınmış, ilk sefer içinse 15 Mayıs tarihi belirlenmiş. Posta idaresi güne özel pulları yetiştirebilmek için deliler gibi çalışmış, ama her birinde 100 pulun olduğu 9 sayfada uçaklar ters basılmış. 800 pul satışa çıkmadan imha edilmiş, yüzü ise satılmış. 100 taneden 4 pul bugüne ulaşanlar... Ekim 2005'te 2,97 Milyon dolara satılmışlar.

Sizlere pul koleksiyonunu göstermek isteyenlerin gerçek filatelistler olma olasılığını gözardı etmeyin. Sevgiyle... (Cezmi Ersöz kapanışı, 3 hamlede mat)

13 Temmuz 2007 Cuma

Karşının Sandalı

Onyedinci yüzyıla ait bir öykü... Galata kahvelerinin soğuk gecelerinde anlatılan onlarcasından biri...

Soğuk deniz suyunun tenine değmesiyle saçlarına kadar ürperdi Bilal. Büyük bir dalga neredeyse beline varan çizmelerini aşmış, ayaklarını sırılsıklam yapmıştı. Sırığını daha sıkı kavradı, suyu karıştırmaya devam etti.

Ahırkapı'da gün batarken Topkapı Sarayı'nın denize bakan duvarlarının dibinde arayıcılar sarayın çöplerinin denize atıldığı bölgede her zamanki yerlerini almışlar, buldukları para edecek eşyaları torbalarına doldurmaya başlamışlardı.

Deliincizade Bilal sırıkla suyun dibini yoklarken derin derin iç çekti. Arayıcılık baba mesleğiydi, üstelik rahat bir yaşam da sağlıyordu ama günlerdir işe yarar tek bir eşya bulamamış, karnını doyuracak parayı bile ortak çalıştığı iki arkadaşından borç almıştı. Sırığını tekrar dolaştırdı, tahta yumuşak bir nesneyi birkaç adım sürükledi. Yanılmamıştı Bilal, suyun dibinde gördüğü şey bilekten kesilmiş bir eldi, üstelik parmaklarda üç yüzük birden parlıyordu. Usulca yüzükleri çıkartmaya çalıştı, olmadı. Sırığı omzuna yaslayıp iki elini de kullandı ama nafile, şişen parmaklar yüzükleri kımıldamayacak bir hale getirmişti. Bilal kesik eli koynuna soktu, sakin görünmeye çalışarak sudan çıktı. Malik arkadaşını fark etti yine de, hayrola der gibi baktı, Bilal’in ekşimiş yüzünü ve midesini işaret edişini gördü, umursamadı, suya bakınmaya devam etti. Bilal ise kıyıya vardığı gibi çizmelerini çıkardı, eşyalarını çabucak topladı, Malik'in oğluna karnının ağrıdığını alelacele söyleyip hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Hava kararmak üzereydi.

Neden sonra Malik durumdaki garipliği fark etti, Bilal’ın gölgesi Eminönü istikametinde ağrı çeken bir insana göre fazla hızlı uzaklaşıyordu. Kardeşi Halit’e seslendi, küçülen karaltıyı işaret etti, kıyıya çıkıp koşar adımlarla Bilal’ı takip etmeye başladılar.

Önce ardından küfürler eşliğinde haykırılan adını, ardından ayak seslerini duydu Bilal, o da koşmaya başladı. Sarayburnu boyunca sığınabileceği bir ara sokak olmadığına üzüldü. Gerçi Eminönü sahiline az kalmıştı, eğer kendini haliç'in karşı tarafına atabilirse Azapkapısı'ndan geçip Galata'nın dar sokaklarında karanlığın da yardımıyla izini kolaylıkla kaybettirebilirdi. Tabanları acımasına ve soluk soluğa kalmasına rağmen koşmaya devam ediyordu ama malik arayı gittikçe kapatıyordu sanki. Nihayet Eminönü’nde sandalcıların iskelesine ulaştı, bekleyen tek kayığa atladı, "Galata'ya koçum, hemen" dedi. Malik kızgın bir boğa gibi bağırıp çağırıyor, kollarını olanca gücüyle sallayarak dur işaretleri yapıyordu.

Kayıkçı istifini bozmadı, "karşının sandalıyım abi, bilmiyorum buraları. Tarif edersen geçeriz" dedi. Bilal karanlık suya doğru tükürdü, suntalı bir küfür savurdu, küreğin birine asıldı.