21 Mayıs 2009 Perşembe

UEFA Kupası Kedisi

20 Mayıs 2009 gecesi son UEFA Kupası finali Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynandı. Ukrayna'dan Shaktar (madenci demekmiş Ukrayna dilinde) Donetsk Alman Werder Bremen'i 2-1 yenerek kupayı aldı.

Asıl güzellikse Fenerbahçe Stadı'na sızan kediydi. Koşturarak gidişe bakın!
Fotograflar
guardian web sitesinden.


12 Mayıs 2009 Salı

Kırkpınar Hakkında Bilinmeyen Gerçekler

Kırkpınar yağlı güreşleri hakkındaki gizli kalmış, az bilinen gerçekleri topluma aktarmak Edirneli olan yazarınız için adeta bir borç. O halde başlayalım!

- Güreşleri 26 yıl üstüste kazanarak akıllara ziyan bir rekor kıran Kel Aliço aslında kel değildi, daha korkutucu görünmek için saçsız bir peruk takıyordu. Eski kaynaklarda Kıvırcık Aliço olarak bahsedilmesi bundandır.

- Edirne eski zamanlarda ney üstadlarının diyarıydı. İlk günlerde er meydanında davul-zurna yerine ney çalınırdı. Yazık ki güreşirken huzurdan uykuya dalan pehlivanların artmasıyla çayırlara ney sokulması yasaklandı, uzak diyarlardan zurnacılar getirildi. Neyzenlerse Edirne'den kısa sürede silindiler.

- Yağlı güreşlerde eskiden tereyağı kullanılırdı. 1900'lere gelindiğinde doymuş yağ oranı yüksek, sağlığa zararlı diye sıvı yağa geçildi. Yarım yağlı güreş önerisini ortaya atan Hilmi Ağa ise elenselerle feci şekilde darp edildi.

- Güreşirken giyilen kıspet bermuda şortun atası olsa da, 1990'daki turnuvaya hawaii desenli kıspetiyle gelen Uzunköprülü Kurtboğan Bilal pehlivan dışlanınca bir yıl kadar depresyona girdi. Kendisi şimdi iyi, fakat Kırkpınar yerine sumo güreşiyle ilgileniyor.

- Çıplak ete dokunamayan pehlivanlar için eldivenle güreşme seçeneği var, ama parmakları kesik eldivene hoş bakılmıyor.

Bu seneki Kırkpınar Güreşleri 648. kez yapılacak. Ölmeden önce bir kez izlemeli.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Finis Mundi

Rüyasında atını Bizans küffarına sürüyor, sol eliyle kavradığı sancağı düşman atlarını korkutmak için kullanırken sağ elindeki keskin kılıcı savurmak için sabırsızlanıyordu. Bir grubun ortasına yalın kılıç dalmıştı ki...

Sarsıntıyla gözlerini açtı, sersemlemiş bir şekilde etrafına bakındı. Yerin yedi kat altında, yarı karanlıkta, tanımadığı tuhaf kıyafetli bir insan yığınıyla yapış yapış bir sıcakta dikiliyordu. Kendine gelemedi önce, sonra düşmemek için toparlandı. Gerçi bu kalabalıkta düşmek kolay değildi hiç. Etrafını çevreleyen insanlar zaten çok kıt olan ışığı daha da azaltıyordu.

Bir anda anladı başına gelenleri, ama aynı anda inanmak istemedi, kabullenemedi bu yeni durumu. Cehennemdeydi, ama burayı hak etmemişti ki! Kötü ne yaptığını düşünmeye başladı hızla. Tamam, çok adam öldürmüştü ama inançsız düşmanlardı onlar. Savaşta öldürmese ölen o olmayacak mıydı? Oysa en zor durumlarda bile kaçmamak değil miydi yiğit, doğru ve onurlu olan? Ele geçirdikleri kasabalarda yağmaya da katılmıştı ama padişahın fermanı buna izin veriyordu. Padişah buyurduktan sonra günah olabilir miydi? Hem bugüne dek ne bir kadının, ne de çocuğun canını almıştı.

Kibir yüzünden miydi yoksa? Savaş alanında yemek sonrası sohbetlerde yaşlı yeniçeriler genç neferlere onun kahramanlıklarını anlattıklarında, korkusuzluğundan dem vurulduğunda keyiflenir, koltukları kabarır, hadi itiraf etmeli ki arada böbürlenirdi. Ama çok iyilikleri de vardı, karşılığı bu muydu? Buram buram terliyordu.

Kalabalık aniden hareketlendi. İnsanları yararak ilerleyen bir şey ona doğru geliyordu, zebaniydi galiba! Hayatında belki ilk kez panikledi. O şey gitgide yaklaşıyordu... Tam bu sırada ortalık aniden aydınlandı. "Sonraki istasyon: Levent" anonsu duyuldu. Yaklaşanı da o anda tanıdı, Şener Üşümezsoy'du, ona değil metro vagonunun kapısına doğru ilerliyordu.

Gerçek omuzlarına beton bir kalıbın olanca ağırlığıyla düştü. İşe gidiyordu. Sol bacağına yaslanan yaşlı adamı itekledi, çantası omzunda kapıya ilerlerken dudaklarından "lanet olsun böyle reenkarnasyona" sözleri döküldü.