26 Nisan 2007 Perşembe

Adlar, soyadlar, meslekler


Eminim birkaç yerde yayınlanmıştır daha önce, Bağdat Caddesi'nde yürürken Caddebostan'a doğru, deniz tarafında bir doktor tabelası çeker dikkatimi yıllardır. "Karaböcüoğlu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Merkezi". Önünden geçerken ben korkuyorum, burada tedavi kimbilir çocuğun psikolojisini nasıl etkiler...

İnsan -çoğu zaman- soyadını kendisi seçmediğine göre bu konuda ukalalık yapmamak gerek, ama Karaböcüoğlu soyadlı biri çocuk doktoru olduğunda kliniğine illa bu adı vermek zorunda hissetmemeli, di mi ama?
Tabi ad ve soyada çok yakışan meslekler de var. Can Barslan'ın yıllaar önce çizdiği bir öyküde vardı, M.Ali Müşavir, A.Rıza Tamir ve Reha Bilitasyon adları. Ben de ismi Yaprak Döner olan bir döner salonu işletmecisi hayal ediyorum.

16 Nisan 2007 Pazartesi

Fame, i'm gonna live forever

Küçük timsah çok mutsuzdu. Yaşamını sevmiyor, günlerini fazla sönük buluyordu. Dereden hallice bir nehirde, bir avuç arkadaşla yaşamak yetmiyordu ona; herkes tarafından tanınmak, beğenilmek istiyordu. Karar verdi, bir gece herkes uyuduktan sonra büyük şehre doğru yola çıktı.

Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü ağartırken şehir görünmüştü işte. Umut doluydu kalbi; başaracağını biliyordu, ünlü olacaktı. Olabildiğince hızlı adımlarla ilerliyordu, ta ki... iki avcı küçük timsahı görene dek. Kahramanımızın ölmeden önce son gördüğü büyük şehrin güneşe karışan ışıkları oldu.

Günler sonra genç bir adam doldurulmuş küçük timsahı bir dükkanın vitrininde gördü. Gözleri parladı, aradığı logoyu nihayet bulmuştu. Rene Lacoste duraksamadan dükkandan içeri girdi.

Yıllar, yıllar geçti. Küçük timsahsa çok ünlü olduğunu hiç bilemedi.

10 Nisan 2007 Salı

Mısır'ı unutma, unutturma


The Search for Ancient Egypt adında bir kitap bitirdim bu sabah. Jean Vercoutter beyfendi yazmış, bendeki 1995 Trieste, İtalya basımı. Orjinali Fransızca, Türkçesi de var, YKY'den, adı Unutulmuş Mısır'ın İzinde.

Kitap eski Mısır'dan çok eski Mısır uygarlığını arayanları, önemli tapınakların, heykel ve anıtların ortaya çıkarılışını, yani aslında Avrupa'nın Mısır'ı keşfini anlatıyor. Ama en güzeli bunu akıcı, eğlenceli bir şekilde yapmayı başarıyor.

Hıristiyan Roma İmparatoru I.Thedosius'un 391'de pagan tapınaklarını kapatmasının beklenen yan etkisi Mısır'daki rahip sınıfının kaybolması, beklenmeyeni ise 30 yıl gibi kısa bir sürede hiyeroglif okuyabilen kimsenin kalmaması oluyor. Ta ki 1799'da 3 ayrı dilde aynı metnin yazılı olduğu Rosetta taşı bulunana dek...

Firavunlar zamanına biraz meraklıysanız şiddetle tavsiye...

5 Nisan 2007 Perşembe

Ağlatan filmler

Bugüne kadar beni en çok ağlatmış film Love Story'dir. 1970 yapımıymış, vay be. Neyse, bizim kameramız 10 sene önceye zoom yapıyor.

Üniversitenin son yılıydı. Arkadaşımın arkadaşı bir kız vardı, platonik bir durum söz konusuydu fakat gidip konuşacak cesaret yoktu bende. Arada göz göze gelerek geçiyordu hayat. Derken bir gün ben okulun manzara tabir edilen alanında oturmuş, oranın daimi personeli kedilere kaş göz işaretleri yaparken o kız yanıma geldi ve film festivalinde fazla bileti olduğunu, gelip gelemeyeceğimi sordu. Atladım tabi.

Film bitti, Taksim'den birlikte Kadıköy'e geçtik, dolmuşta başını omzuma koyar gibi oldu, kalbim gümbürder gibi oldu, sonra geçti. Dolmuştan içip evine yürüdük, ben kafamda vedalaşma taslağı oluşturmaya çalışırken o beni kahve içmeye davet etti.

Kahve yapmaya giderken bana tv kumandasını bıraktı. Kanalların birinde Love Story vardı, iyi zamanlamaydı. Tv karşısındaki yer yastıklarına yerleştik, filmi ortasından izlemeye başladık...

...derken ben bir dürtmeyle uyandım. O şekilde uyuyakalmayı başarmıştım. Sonrasında ilk fırsatta kendimi dışarı zor attım, akabinde ağlamaya başladım, hem de böğüre böğüre.

O günden beri Love Story'nin adı anılınca gözlerim hep dolar.

3 Nisan 2007 Salı

Sorun yaşayan adam

Hışımla elini beline doğru attı genç adam...

...karşılıklı oturduklarından beri bu anı kollamıştı, alnında biriken terler şakağından aşağı süzülüyordu. Masada gerilim had safhadaydı; binlerce kez çalışmıştı bu hareketi, başarmalıydı...

Ama arkadaşı ondan daha hızlıydı, "Sok o cüzdanı cebine, burada paran geçmez" dedi. Hesabı ödedi, kokoreççiden çıktılar.

"Herif yine yemeği ödedi, gece tarifeli taksiyi de yine bana ittirecek" diye içinden geçirip açak sesli bir küfür savurdu adamımız. Daha çok çalışmalı, daha iyi olmalıydı. Ayran kutusunu çaktırmadan kaldırımın kenarına attı.

2010 dünya kupası - rekor katılım

Bir sonraki dünya futbol şampiyonası Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yapılacak. Zaten kupa bu kez Afrika'da olsun diye tüm aday ülkeler de bu kıtadandı.

Kupa 4 yılda bir yapılıyor, malum. Geçen yaz Almanya'daydı. Öncesinde her reklamda karşımıza dişlek cazibe Ronaldinho çıktı, kupayı İtalya kazandı, Zidane finalde küfreden Materazzi'ye kendisi için orta şiddette, fakat insanlık için büyük bir kafa vuruşu yaptı falan filan.

2010'daki kupa sıcakta nasıl oynanacak diye atlamıştım ilk başta, ama Güney Afrika Cumhuriyeti güney yarıkürede, yani Haziran Temmuz kış. Tam 204 ülke takımı katılmak için elemelerde mücadele edecek. Katılmayanlarsa ilgimi daha bir çekiyor. Koca dünyada Filipinler, Bhutan, Brunei ve Laos futbolu toptan umursamıyor demek ki.

Bu ülkelerde erkekler Pazar akşamları ne izliyor peki? Bu ne ilgisizlik yahu! Acilen Fanatik, Fotomaç, Erman Toroğlu ihraç etmeli bu ülkelere, ayrıca devlet destekli muz orta üretimine başlanmalı.

Vurursa gol olur! Vurdu... aut.

2 Nisan 2007 Pazartesi

Fakat müzeyyen bu derin bir tutku


İlhami Algör'ün eğlenceli, kısacık ilk romanının adıdır bu. Eblehliğin verdiği düşünce çeşitliliği tanımı da sonlara doğru Casablanca'nın efsane sahnesinin canlandırmasında geçer. "Tekrar çal Sam" denildiğinde Sam'in yerini tutan roman genci girer şarkıya:



"Ablanı alacağım
Enişten olacağım
Sana koca bulacağım"

Böyle de nefistir.

Arka kapaktan:

"Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine."

Honorius kimdir veya kimlerdir?


Flavius Honorius, Theodosius'un küçük oğlu, 9 eylül 384'te doğmuş, babasının ölümünün ardından 395'te Batı Roma'nın tahta geçmiştir. Kardeşi Arcadius da Doğu Roma'yı yönetmeye başladığından bu yıl, Roma İmparatorluğu'nun resmen olmasa da fiili ikiye ayrılış tarihidir.
Hüküm sürdüğü dönem isyanlarla geçmiş, zamanında Roma Vizigotlar tarafından işgal edilmiş, Honorius'un başı bir türlü dertten kurtulmamıştır, ama yine de para bastırmayı bilmiştir. 423'te hakkın rahmetine kavuşmuş, erkek çocuğu olmadığı için imparatorluk yeni bir kaosa sürüklenmiştir.
Kendisi Başak burcuydu.

Ayrıca hristiyanlık tarihinde Honorius olarak namı yürümüş 4 tane Papa vardır. Yaratıcılıktan uzak Papa isimlendirme yöntemi yüzünden Honorius I, II, III ve IV olarak anılmışlardır (Kazım Kanat kendilerine soyadlarıyla hitap eder). Honorius i 625 - 638 arası, Honorius ii 1124 - 1130 arası, Honorius iii 1216 - 1227 arası, ve Honorius iv 1285 - 1287 arası bir Vatikan kamu kuruluşunda Papa olarak görev yapmışlardır. Abilerin hayatları hakkında detaylı bilgi
http://www.newadvent.org/cathen/ adresinden elde edilebilir.