29 Aralık 2009 Salı

Sahte Piyango Bileti

Eğer sahte milli piyango bileti basacak olsam delikanlı bir tavırla biletin sahte olduğunu da belirtirdim bir şekilde.
Milli Vanilli Piyango İdaresi yazabilirdim mesela.

Herkese, her keseye ruh sağlığı iyi yıllar dilerim.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Şoför Nebahat


Eminönü - Nişantaşı hattında çalışır.

Kullandığı dolmuşun arka camında "şoförüm dedim, vermedim" yazar.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Londra Havaalanları

Son 6 ayda Londra'daki 4 havaalanını da en az bir kere kullanmış biri olan leyleği havada görmüş yazarınızdan ulaşım ipuçları:

Heathrow: THY uçuyor. En büyük, en kaotik, pek de sevimsiz Londra havalimanı. Sevimsiz kısmı yalnız benim görüşüm değil, geçenlerde frequent flyer'lar tarafından en hoşlanılmayan alan da seçildi. Uçağınız iniş sırası gelene kadar Greenwich Londra arası tur atıyor, inince körük sırası bekliyorsunuz, pasaport kontrolüne gitmek ayrı mesele. Mümkünse gitmeyin diyeceğim ama merkeze en yakın havaalanı. Direkt metro ulaşımı var. Aceleniz yoksa Piccadilly hattı yaklaşık 1 saatte şehir merkezine ulaştırıyor. Sarsıcı ama ucuz yolculuk. Tek yön underground bileti 4 sterlin, oyster'ınız (anglikan akbil) varsa 2.20'ye düşüyor.
Burjuvazi alternatifi Heathrow Express. 15dk'da Paddington istasyonuna varabiliyorsunuz, ücret 16.5 sterlin. 80dk süren otobüs alternatifini metrodan pahalı ve bitmez olduğundan düşünmüyoruz bile.

Gatwick: easyjet Sabiha Gökçen - Gatwick arası uçuyor. Sevimsiz bir yer ama ulaşımı kolay, bu yüzden seviyoruz. Tren en idael alternatif, ama buradaki tüyo her taraftaki reklamlara kanıp Gatwick Express'e atlamamak. 30dk'lık yolculuğa 16.90 sterlin yerine Southern ile 35dk yol gidin, size 10.90 streline malolsun (tüm biletleri havaalanındaki istasyondan aldığınızı varsayıyoruz, online kampanyalarda daha iyisi vardır). Her durumda varış yeri merkezde Victoria tren istasyonu. Otobüs alternatifi güzel değil. easybus ve national express var ama erken almazsanız 8 pound ve ~80dk.

Luton: easyjet'ten devam edelim. Aslında Londra'nın değil Luton kentinin havaalanı burası, ama Londra'ya uzak değil ve easyjet S.Gökçen'den uçuyor. Uçağa elinizde valiziniz binebileceğiniz şirinlikte bir yer ama ulaşım Gatwick'ten daha uzun sürüyor. Çünkü tren istasyonundan havaalanına bir shuttle bus'a binmek de gerekiyor. +10dk demek bu da. East Midlands ve First Capital Connect trenleri var. 11.90 pound'a 30dk'da St. Pancras istasyonundasınız (evet, havaalanı çok olduğu gibi tren istasyonu da gani bu kentte). Otobüs için Greenline/easybus ortak ve National Express alternatifleri 8 pound civarı ve 80-85dk. Tren iyidir yani (bir tek easybus biletini çook erken alırsanız 3-4 pound'a falan denk düşüyor, ama bunlar ekstrem örnekler).


Stansted: İstanbul'dan THY ve Pegasus (ilki Atatürk, ikincisi S.Gökçen) uçuyor buraya. Bu kez önerim otobüs, çünkü Stansted Express -tren- tek yön tam 18 sterlin! Üstelik Liverpool Street'e (evet, yine başka bir istasyon) ort. 45dk'da gidiyor. Aynı istasyona giden/önünden kalkan Terravision otobüsleri ise yarı fiyatına (bravo, 9 sterlin) 60dk'da ulaştırıyor bizleri. Victoria İstasyonu'ndan kalkan/varan easybus veya National Express'i ise tercih etmiyoruz. Fiyat benzer ama yol 85dk'ya çıkıyor, olmaz olsun.


Bir de London City airport var, iş uçuşları için genellikle. Türkiye'den tarifeli sefer yok. Onu da görmeyelim, eksik kalsın zaten.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Külkedisi

… Peri sayesinde en büyük dileğim gerçek olmuş, Prens’in eş seçeceği büyük baloya gidebilmiştim. Üstelik kıyafetlerim, özellikle de ayakkabılarım çok güzeldi. Aklını başından alacaktım Prens’in, önce Prenses, sonra Kraliçe olacaktım, çatlasındı o kurbağa kılıklı üvey kızkardeşlerim.

Balo salonundan içeri girdiğimde danslar başlamıştı. Gözlerim Prens’i aradı hemen, kolayca da buldu. En yakınındaki kızla birkaç dakika dans edip bir sonrakine geçiyordu. Sabırla sıranın bana gelmesini bekledim, mutluluk Külkedisi parmaklarımın ucundaydı.

Derken Prens elimi tuttu, hayatımın dansı başladı. Ayaklarım yerden kesilmişti, her şey harika gidiyordu, ta ki dallama Prens tuttuğu elimi aniden bırakıp bir sonraki kıza geçene dek.

Başımdan aşağı tencereler dolusu kaynar su döküldü, ardından buz gibi havuzlara, sonra cehennemi alevlere düştüm. Yere yığılmak üzereyken son bir güçle kendime geldim, hayatımın fırsatıydı bu, kolay pes etmeyecektim.

Hışımla çıktım balo salonundan; merdivenlerde de cam ayakkabımın tekini bırakmayı ihmal etmedim. Bir süre çalıların ardına saklanıp bekledim, umudum arkamdan fırlayan Prens’in ayakkabıyı bulmasıydı. Gelmedi ki salak! Oysa yerden alıp kalbine götürse, içine yapıştırdığım etiketten beni bulsa, yanımda o ayakkabıdan şampanya içip bana ilan-ı aşk etseydi (evet, alaturka bir yanım var).

Saat geceyarısı olmak üzereydi, zamanım doluyordu, bir şeyler yapmalıydım… derken kilise çanları 12’yi vurdu. Şoförüm bir fare, arabamsa iri bir balkabağıydı artık. İş başa düşmüştü. Balkabağını koltuğumun altına aldım, sessizce saray mutfağına daldım.

Balo biterken salona tekrar girip ikram ettiğim kabak tatlısını yiyen Prens’in gözleri yerinden fırlayacaktı adeta. Bayılmıştı tadına, yarım tepsiyi tek başına yedi, şerbetli eliyle tuttuğu elimi zarifçe öperken gözleri gözlerime aşkla bakıyordu. Rahmetli annem “erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” derdi, ah canım anneciğim!

Evlendik, çok mutluyuz. Yakında kraliçe oluyorum. İlk işim şekerpare, sütlü nuriye vb. yapmayı bilen tüm genç kızları boğdurmak olacak. Hayat güzel.

25 Eylül 2009 Cuma

Dev Prenses ve Yedi Normaller

Sevgili günlük,

Hayatımda karşılaştığım en tuhaf olay bugün başıma geldi. Kira eşek kadar olduğu için 6 arkadaşımla paylaşmak zorunda kaldığım öğrenci evimize dev bir kadın geldi.

Söylediğine göre prensesmiş ve adı Pamuk'muş. Kötü kalpli üvey annesi yüzünden evden kaçmak zorunda kalmış falan. Bana yazıyor gibi geldi açıkçası; bence yarım akıllı bir sırık. Hırvat kökenli olduğundan şüpheleniyorum, boyu anormal. Oysa kendisinin görünümü normalmiş gibi bize cüce diyor. Salak! Elazığlıyız biz, boy ortalamamız da 1.65m ki bizim topraklarda normaldir bu. kendisine baksın deve.

Bizim öğrenci evindeki son kullanma tarihi geçmiş yoğurdu yediğinden beri horluyor yan odada. Kimbilir ne zaman uyanacak, uyutmuyor da beni, of ya. Uyumadan "sinirli" dedi bir de bana. Kendisi yüzünden sinire kestim, hayret bir şey!

Neyse, calculus çalışmam lazım, hoşçakal günlük.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Eternal Moonwalk

MJ tribute sitelerinin gördüğüm en güzellerinden, herkes ev yapımı moonwalk'lar ile karşımızda.
Kilitlenip dakikalarca izledim ben.


http://www.eternalmoonwalk.com/

21 Mayıs 2009 Perşembe

UEFA Kupası Kedisi

20 Mayıs 2009 gecesi son UEFA Kupası finali Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynandı. Ukrayna'dan Shaktar (madenci demekmiş Ukrayna dilinde) Donetsk Alman Werder Bremen'i 2-1 yenerek kupayı aldı.

Asıl güzellikse Fenerbahçe Stadı'na sızan kediydi. Koşturarak gidişe bakın!
Fotograflar
guardian web sitesinden.


12 Mayıs 2009 Salı

Kırkpınar Hakkında Bilinmeyen Gerçekler

Kırkpınar yağlı güreşleri hakkındaki gizli kalmış, az bilinen gerçekleri topluma aktarmak Edirneli olan yazarınız için adeta bir borç. O halde başlayalım!

- Güreşleri 26 yıl üstüste kazanarak akıllara ziyan bir rekor kıran Kel Aliço aslında kel değildi, daha korkutucu görünmek için saçsız bir peruk takıyordu. Eski kaynaklarda Kıvırcık Aliço olarak bahsedilmesi bundandır.

- Edirne eski zamanlarda ney üstadlarının diyarıydı. İlk günlerde er meydanında davul-zurna yerine ney çalınırdı. Yazık ki güreşirken huzurdan uykuya dalan pehlivanların artmasıyla çayırlara ney sokulması yasaklandı, uzak diyarlardan zurnacılar getirildi. Neyzenlerse Edirne'den kısa sürede silindiler.

- Yağlı güreşlerde eskiden tereyağı kullanılırdı. 1900'lere gelindiğinde doymuş yağ oranı yüksek, sağlığa zararlı diye sıvı yağa geçildi. Yarım yağlı güreş önerisini ortaya atan Hilmi Ağa ise elenselerle feci şekilde darp edildi.

- Güreşirken giyilen kıspet bermuda şortun atası olsa da, 1990'daki turnuvaya hawaii desenli kıspetiyle gelen Uzunköprülü Kurtboğan Bilal pehlivan dışlanınca bir yıl kadar depresyona girdi. Kendisi şimdi iyi, fakat Kırkpınar yerine sumo güreşiyle ilgileniyor.

- Çıplak ete dokunamayan pehlivanlar için eldivenle güreşme seçeneği var, ama parmakları kesik eldivene hoş bakılmıyor.

Bu seneki Kırkpınar Güreşleri 648. kez yapılacak. Ölmeden önce bir kez izlemeli.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Finis Mundi

Rüyasında atını Bizans küffarına sürüyor, sol eliyle kavradığı sancağı düşman atlarını korkutmak için kullanırken sağ elindeki keskin kılıcı savurmak için sabırsızlanıyordu. Bir grubun ortasına yalın kılıç dalmıştı ki...

Sarsıntıyla gözlerini açtı, sersemlemiş bir şekilde etrafına bakındı. Yerin yedi kat altında, yarı karanlıkta, tanımadığı tuhaf kıyafetli bir insan yığınıyla yapış yapış bir sıcakta dikiliyordu. Kendine gelemedi önce, sonra düşmemek için toparlandı. Gerçi bu kalabalıkta düşmek kolay değildi hiç. Etrafını çevreleyen insanlar zaten çok kıt olan ışığı daha da azaltıyordu.

Bir anda anladı başına gelenleri, ama aynı anda inanmak istemedi, kabullenemedi bu yeni durumu. Cehennemdeydi, ama burayı hak etmemişti ki! Kötü ne yaptığını düşünmeye başladı hızla. Tamam, çok adam öldürmüştü ama inançsız düşmanlardı onlar. Savaşta öldürmese ölen o olmayacak mıydı? Oysa en zor durumlarda bile kaçmamak değil miydi yiğit, doğru ve onurlu olan? Ele geçirdikleri kasabalarda yağmaya da katılmıştı ama padişahın fermanı buna izin veriyordu. Padişah buyurduktan sonra günah olabilir miydi? Hem bugüne dek ne bir kadının, ne de çocuğun canını almıştı.

Kibir yüzünden miydi yoksa? Savaş alanında yemek sonrası sohbetlerde yaşlı yeniçeriler genç neferlere onun kahramanlıklarını anlattıklarında, korkusuzluğundan dem vurulduğunda keyiflenir, koltukları kabarır, hadi itiraf etmeli ki arada böbürlenirdi. Ama çok iyilikleri de vardı, karşılığı bu muydu? Buram buram terliyordu.

Kalabalık aniden hareketlendi. İnsanları yararak ilerleyen bir şey ona doğru geliyordu, zebaniydi galiba! Hayatında belki ilk kez panikledi. O şey gitgide yaklaşıyordu... Tam bu sırada ortalık aniden aydınlandı. "Sonraki istasyon: Levent" anonsu duyuldu. Yaklaşanı da o anda tanıdı, Şener Üşümezsoy'du, ona değil metro vagonunun kapısına doğru ilerliyordu.

Gerçek omuzlarına beton bir kalıbın olanca ağırlığıyla düştü. İşe gidiyordu. Sol bacağına yaslanan yaşlı adamı itekledi, çantası omzunda kapıya ilerlerken dudaklarından "lanet olsun böyle reenkarnasyona" sözleri döküldü.

10 Mart 2009 Salı

Felaket Tellağı

- göbek taşı boş mu?
- boş. yalnız böbrek taşı var sende, belli. ölürsün ondan sen.




- sırtımı bi keseleyiver be usta
- kese?! kıtır kıtır kesecekler bizi. parçalarımızı kesekağıdına koyacaklar. keseli hayvanlar zıplayacak üzerimizde.
- ama?
- hepimiz öleceeeeeeeeeeeezzzzzzzz!!

27 Şubat 2009 Cuma

Samba Okulu

Birkaç gün önce haberlerde rastladım, Rio Karnavalı da global krizden etkilenmiş. Hem katılım düşükmüş, hem de samba okulları kıyafetlere, gösterilere daha az harcama yapmış.
Samba okulu... Bakın bu ilginç bir konsept. Nasıl ki acaba? Burası gibi düşünelim.

Özgeçmiş:
2000-2001: "Coritiba Samba Meslek Lisesi"
2001-2003: "Rodrigo Tello Anadolu Samba Lisesi" (OKS ile)
2003-2006: "Sao Paolo Ünv. Samba Meslek Yüksek Okulu" (dev kafalı ejder üstünden sarkarak dans dersinden kalınca 1 sene uzadı)

29 Ocak 2009 Perşembe

Tylol Hot

Taşınma melankolisi geriye atıldı. Mecburen.

Tylol Hot'a dönelim. Mucize ilaç diye bellemiştik adını. Yurdum kahvelerinde bile satılıyor bir süredir, ıhlamur yerine içebiliyorsunuz.

Meğer tarhana ile aynı metodla yapılıyormuş bu meret. Limon, greyfurt, tebeşir, post-it (renk verici madde), yumurta, turp, lületaşı, kimyon ve su karıştırılıyor, hamur haline getirildikten sonra fabrika çatısında büyük çarşaflara serilip güneşte kurutuluyormuş. Karışım iki hafta kadar bekletildikten sonra da toz haline getiriliyor, paketlenip satışa hazır oluyormuş.

Ya da yalancının tekiyim ben.

22 Ocak 2009 Perşembe

Taşınma

İç sıkıntısı, hüzün ve özlem, şimdiden... Neredeyse 6 yıldır çalıştığım İstiklal Caddesi'nden taşınıyorum.
İşyeri olarak uzak topraklara, Maltepe'ye göç ediyoruz.
Artık ne zaman sıkılsam kafamı çevirip baktığım Galatasaray Meydanı yerine E5 olacak manzaram. Sabahın bir saatinde oturduğum yerden son İstiklal fotografı. Eşyaları sabırsızlıkla bekleyen koli. Koliyi görmemezlikten gelen ben. Boğazımda bir düğüm.

Avunma çalışmaları. Artık daha az trafik. Daha fazla sabah uykusu. Daha fazla E5. Daha az deniz, vapur, tünel. Daha az martı.

Kattakilerden birinin söylediği gibi, Elveda Rumeli. Elveda Kahveci Mustafa Abi. Elveda akşam buluşulacak arkadaşlara "siz Gassaray'a gelin, el sallayın, ben inerim" deme terbiyesizliği. Elveda Galata Kuledibi çayları. Elveda zor iş gününden sonra, davul gibi kafayla İstiklal'e karışmak, unutmak.

Hüzün ki en çok yakışandır bize.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Lütfen Ciddi Olanlar Arasın


İngiltere kralı IV. Edward'ın saray soytarısı aradığı ilandaki uyarı cümlesi.
Kral 6 ay sonra sıkıntıdan ölmüştür.

honour knowledge - canı sıkılan adam

4 Ocak 2009 Pazar

Nil Timsahı ve Üzgün Balığı

Konuya direkt gireyim, var bunlar.

İsim Şehir oynarken "n" ve "ü" harflerinin yegane hayvanlarıydı bu ikili. Yeni bir kadroyla oynanıyorsa illa tartışma çıkardı. Nil timsahı diyen bunu bir şekilde kabul ettirmeyi başarırsa da bir sonraki oyunda artık herkes yazardı bu gizemli hayvanı.

Wikipedia olsun, hayvan ansiklopedisi olsun anlatıyor nil timsahlarını. Crocodylus niloticus diye biliniyorlarmış hayvanlar aleminde, ki bu da nil timsahı/namibya şebeği/nepal sırtlanı kadar uydurma geliyor kulağa, olsun. Afrika kıtasının en büyük timsahları bunlarmış. Erkekler dişileri burnundan su fışkırtarak etkilemeye çalışıyorlarmış, aynı taktiğe ilkokul döneminde ben de başvurmuştum.

Hayvan ansiklopedisi üzgün balığını da anlatmış. Nil timsahı neyse de, buna çocukluğum boyunca inanmamıştım. Hala da şüpheleniyorum, bu hayvanı hep yazan kuzenim mi web'e girdi yazdı ansiklopediyi diye. Wikipedi'de sad veya sorrowful fish yok çünkü :)

Trivia of the Day: Burnundan su fışkırtan çocuğun İsim şehir oynarken "ç" harfi hayvanında bir kez çerkez tavuğunu kabul ettirmeyi başardığını biliyor muydunuz?